Sayfalar

27 Nisan 2020 Pazartesi

Covid 19 ve Sinema Vizyonu Krizi


Tüm dünyada Covid 19 salgını sebebiyle sinema salonları bir süredir kapalı. Sinemaların daha ne kadar kapalı kalacağını, açılsa da bu şartlar altında işlerin ne zaman eski haline döneceğini kimse bilmiyor. Sinemaların kapanmasıyla vizyondaki bazı filmlerin vizyonları yarıda kaldı, ilkbahar aylarında izleyici ile buluşacak filmlerin de vizyon tarihleri değişti.

Bu kriz bir yandan da yeni iş modelleri denenmesinin yolunu açtı. Birçok ülkede filmler farklı şekillerde izleyiciye ulaştırılmaya çalışılıyor. Bu anlamda da farklı modeller gündeme gelmiş durumda. ABD'de bazı stüdyolar filmleri sinemaların kapalı olması gerekçesiyle Itunes ve Amazon gibi tvod plafrormlarında izleyici ile buluşturdu. İngiltere'de de benzer bir yöntemle vizyona girecek bazı filmler Curzon Cinema, MUBI, BFI Player gibi platformlar üzerinden izleyiciye sunuldu. Avrupa'da çeşitli ülkelerde de hızla benzer uygulamalar konuşulup tartışılmaya başlandı.Türkiye'de ise Başka Sinema - Blu TV işbirliği ile mart ve nisan aylarında vizyona girecek bazı filmleri Tvod uygulaması şeklinde 19.99 TL fiyatla seyirciyle buluşturan bir yeni model başlamış bulunuyor.

Tüm bu gelişmeler yaşanırken özellikle bağımsız filmler için "sanal vizyon" (virtual relase) olarak adlandırılan ve bu yazının konusunu oluşturan oldukça yaratıcı başka bir model de ABD'de uygulanmaya başladı. Kino Lorber (platform: Kino Marquee), Music Box (platform: streamlocal), Film Movement (platform: virtual cinema) gibi bazı dağıtımcılar seyircinin filmleri sinema salonlarından satın alıp evlerinde filmleri izledikleri ve Sanal Vizyon olarak adlandırılan bu dağıtım modelinde bilet gelirleri aynen normal sinema vizyonunda olduğu gibi salonlar ile eşit olarak paylaşılıyor. 12 USD olarak belirlenen fiyatla sanal vizyondaki filmler beş gün süreyle izlenebiliyor. Filmler bu sanal vizyonda 60-90 gün süresince kaldıktan sonra Tvod platformlarına (itunes, amazon vb) geçiyorlar. Sinema salonları sanal vizyondaki bu filmleri sosyal medya hesapları üzerinden aktif olarak duyurup izleyicilerine bu karantina döneminde yeni filmler sunma konusunda aktif davranıyorlar. Karantina dönemi hafifleyip sinema salonları açılsa bile sosyal mesafe kuralları gereği filmlerin bir süre daha kapalı gişe oynaması mümkün olmadığından bu modelin karantina sonrası dönemde de sinema vizyonu ile birlikte devam edip etmeyeceği tartışılıyor.

Sinema vizyonu ile ilgili bu tartışmalar Covid 19 öncesi dönemde de mavcuttu. Teknolojik gelişmelere paralel olarak sinemada mecra sayısı sürekli arttı. 1950'li yıllarda sinema filmleri için tek mecra sinema salonları iken televizyonun evlere girmesi ile filmler televizyonda da gösterilmeye başlandı (televizyonda gösterilen ilk film: Wizard of Oz - 3 Kasım 1956 tarihinde) Daha sonra home video dediğimiz evlerde VHS - Betamax manyetik bant formatları ile film izleyebildiğimiz döneme girdik (ilk kez Magnetic Video şirketi 1977 yılında 20th Century Fox'dan 50 adet filmi video kaset formatı için lisansladı) Teknolojinin ilerlemesiyle banttan cd'lere geçiş gerçekleşti (1993 yılında VCD, 1996 yılında DVD pazarı oluştu). Yine 1990'larda Pay Tv olarak hizmet veren özel televizyon servisleri ortaya çıktı. 2000'li yılların ortasına gelindiğinde ise VOD (isteğe bağlı video) pazarının gelişimi hız kazandı. Bu açıdan bakıldığında her ne kadar sinema salonları önem ve münhasırlığını devam ettiriyor olsa da artık film izlenebilecek bir çok mecra mevcut. Sinemada film izlemenin sosyal, kültürel ve teknik olarak üstünlüğü tartışılmaz bir gerçek olsa da filmlerin "vizyona girmesi" - özellikle bağımsız filmler için -  ile ilgili sorunlar ve tartışmalar gittikçe büyüdü. Günümüz itibariyle bir filmin izlenme ömrü hemen hemen aynı kalırken bu ömrünü birçok mecraya birden yapması gerektiği gerçeği var karşımızda. Hele bir de üretilen film sayısındaki artışı hesaba katarsak buradan şöyle şık'lar ortaya çıkıyor: a) ya bu mecraların bazıları zamanla yok olacak b) ya hmecraların süresi kısalacak c) ya mecraların münhasırlığı ortadan kalkacak, d) ya da hepsi!... Şu anda aslında olan şey  biraz (d) şıkkı gibi duruyor.

Bu perspektiften bakıldığında Türkiye'de Sinema Genel Müdürlüğü'nün internet mecrasını 5 ay ile düzenlemesi veya sinema salonu sahiplerinin bunun 12 ay olmasını talep etmeleri hem eşyanın doğasına aykırı hem de Türkiye gerçekleriyle pek örtüşmüyor. Zira Türkiye'de sinema salonlarının %10-%12 doluluk oranı ile faaliyet gösterdiğini ve vizyona giren filmlerin (yerli ve yabancı dahil olmak üzere) %58'inin yirmi bin seyirci toplayabildiğini biliyoruz. Ve bu gerçekler sinemada film izleme keyfini değil, ama "sinemada vizyon girmek" olgusunu tartışmaya açıyor. Dolayısıyla da sinema salonu sahiplerinin bağımsız filmlerin finansmanını tamamen ortadan kaldıracak olan "rüsumların kaldırılmasını" talep etmek gibi palyatik çözümler yerine dijitalleşmenin yarattığı ve Covid 19'un hızlandırdığı bu iklimde nasıl varlıklarını sürdüreceklerine dair daha yaratıcı ve uzun soluklu stratejiler oluşturmalarının şart olduğunu düşünüyoruz.

Futbol tabiriyle, "göze hoş gelen" ama sportif başarısı olmayan bir oyun planının orta vadede seyirciyi tribünlerden kaçıracağını, uzun vadede ise kulübün kapısına kilit vurulmasına yol açacağı gerçeğini göz ardı etmemeliyiz.