Sayfalar

25 Ocak 2019 Cuma

Sİnema Yasası: Anayasal Bir Perspektif


Sinema Yasası TBMM'nde kabul edilmeden önce 9 Ocak 2019 tarihinde ilgili komisyonda görüşüldü. Komisyon toplantısında Prof.Dr. İbrahim Kaboğlu'nun yasa taslağı üzerine Anayasa perspektifiyle yaptığı ve çok önemsediğimiz bu konuşmayı bloğumuzda paylaşmak istedik.

***


[İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul)

"Sayın üyeler, ben sadece genel çerçeveyle ilgileneceğim. Özgürlükler hukuku uzmanlığım sıfatıyla konuya bakmak istiyorum. Bu öneriye emek verenleri kutluyorum, teşekkür ediyorum ve ayrıca meslek birliklerinin de burada bulunmasını bir kazanç olarak kabul ediyorum. 

Tabii, konunun hukuki boyut una baktığımız zaman anayasal temelden hareket etmekte yarar var diye düşünüyorum. Çünkü Anayasa’mızın, bilindiği gibi, 27’nci maddesi “Bilim ve Sanat Hürriyeti” kenar başlıklı ve 64’üncü maddesi de sanat özgürlüğünün gelişmesine devletin katkısını düzenliyor. 

Bütün bu yapılan tartışmalar, Anayasa madde-13, hak ve özgürlüklerin güvenceleri ve sınırlama ilkelerini koyuyor. Fakat tabii, bunu tartışırken hep "Birleşik Krallık' a" gönderme yapıldı. Belki onun yerine Avrupa Konseyine ve organlarına gönderme yapmakta yarar var çünkü Türkiye, bilindiği gibi,
Avrupa Konseyinin kurucu devletleri arasında yer alıyor ve sözleşme bizim açımızdan bağlayıcı, mahkeme kararları da öyle.

Şimdi, bu bakımdan, sinema özgürlüğünün tıpkı sanat özgürlüğü gibi, ifade özgürlüğü çerçevesinde yer aldığında kuşku bulunmamaktadır. Hatta Avrupa Mahkemesi, kararlarında 10’uncu maddeyi kullanıyor, ifade özgürlüğü maddesini ve sanatsal ifade özgürlüğü deyimini geliştirmiş bulunuyor. Bu bakımdan -bizlere bir rastlantı değil - madde 25’ten itibaren; 25, 26, 27, 28, hep bu düşünce ve ifade özgürlüğü çerçevesinde düzenlenmiş bulunuyor.

Şimdi, bu ölçütler şu bakımdan önemli: Bizim Türkiye, maalesef, Avrupa Mahkemesinin en çok ihlal kararı verdiği devletlerin başında geliyor ve bu konuda da özellikle ifade özgürlüğü ihlalleri en başta yer alıyor. Şimdi, bu açıdan, zannediyorum anayasal çerçeveyi koymak önem taşıyor.

Evet, Anayasa’mızda kusurlar var ama yine de kayda değer hükümler var. Belirttiğim gibi, madde 27, sanat ve bilim özgürlüğü... Bu, tabii ki bir başka anayasada, mesela Portekiz’de “sanatsal yaratma özgürlüğü” biçiminde düzenleniyor. Öyle olması temenni edilirdi ama şu andaki durum öyle olmadığına göre mevcut olan pozitif hukuk çerçevesinde değerlendirecek olursak yani burada yapılan düzenleme -64’üncü madde- Anayasa’nın devletin sanata katkısı, sanatçıları koruması, acaba 27’nci maddenin amacını gerçekleştirmeye ne kadar elverişlidir, bu açıdan bakmakta yarar var diye düşünüyorum.

Bu çerçeveden baktığımız zaman, konuyu hukukileştirecek olursak, biraz daha somutlaştıracak olursak hem filmin hazırlık aşamasında, ön aşamada, hem yapım aşamasında, ön izin ve yapım sırasında hem de gösterim sırasında bu sanat özgürlüğüne ilişkin hükümlerin asgari ölçütlerinin madde-13 açısından yani hak ve özgür lüklerin sınırlanması ve güvenceleri açısından öne alınması gerekiyor, dikkate alınması gerekiyor, sanatsal ifade özgürlüğünden söz edebilmek için. 

Şimdi, burada çok önemli bir ikilem karşısında bulunuyoruz sayın konuşmacılar, sayın sunucu; başta Yayman ve meslektaşımız Sayın Dursun’un sunuşundan da gördüğümüz üzere: Bu alan, tam da sanayi ve sanat kavşağında yer alan bir sektör. Hatta “Sinema bir sanat mıdır, yoksa bir sanayi midir?” tartışması çok yapıldı, ancak sinemanın ticari boyutlarının yanında bizi burada ilgilendiren yönü sanat yönü. İşte bu çerçeve de siyasal liberalizm ile iktisadi liberalizmin tam da kavşak noktasında yer alıyor.

Hatırlayacaksınız, yirmi yıl kadar önce Türkiye’de bir büyük deprem yaşadık ve o dönem de aynı zamanda Türkiye’nin Kopenhag Kriterleri’ni yoğunca tartıştığı bir dönemdi ve şunları tartışmıştık: “Bir kişi, bir film gösteriminde hoşa gitmeyen herhangi bir şey olursa sinema salonu kapatılabilir fakat sinema binası yanlış inşa edildiği için çökse ve orada birçok can seyirci verse onun müteahhidi, mimari, mühendisi yargı önüne çıkmayabilir.” biçiminde iktisadi liberalizm ve siyasal liberalizmin Türkiye’de ne denli birbirine karşıt bir biçimde konumlandığını, sakat bir işleyişe sahip olduğunu tartışmıştık. Ve tabii ki siyasal liberalizmin olmadığı yerde iktisadi liberalizm, iktisadi liberalizmin olmadığı yerde siyasal liberalizmin olması da zor diyerek bunları tartışıyorduk.

İşte zannediyorum, tam da bugün konuştuğumuz konu bu siyasal liberalizm ve iktisadi liberalizm kavşağında yer alıyor. Biraz önce çünkü Markar Bey uyardı, bu sinema salonlarında satılan bu yemişler ve mısırların bilete dâhil edilmesine kadar... Şimdi, tabii o konuya girmeyeceğim ama öyle anlaşılıyor ki ticaret iyice bulaşmış bu konuya. Yani “Sanat mı, sanayi mi; ticaret mi, yoksa sanatsal bir seyir mi?” ayrımında çok sorunlar var, tıpkı “terör” ve “pornografi” deyimlerinde olduğu gibi. 

Şimdi, bu açıdan baktığımız zaman, burada, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında da hukukun belirttiği ölçütler belli: Şiddete çağrı yapmayacaksınız, ırkçılık yapmayacaksınız belirli kişileri ve kurumları aşağılamayacaksınız, küfretmeyeceksiniz,  yani genel anlamda ifade özgürlüğünün sınırları. Ama siz bunun yerine “terör” derseniz, o zaman Ceza Kanunu’nda bile tanımı olmayan “iltisak” gibi kavramların herkese göre değişen öznel anlamlarıyla, sinema filmlerinin yapımına da “hayır” diyebilirsiniz, gösterimine de “hayır” diyebilirsiniz. Bu bakımdan, bu metinde, öneride yer alan kavramların hukukileştirilmesinde yarar var. Mesela, “genel ahlak” kavramı yerine biz “kamu düzeni” kullanırız. Çünkü, genel ahlak bana göre ve sayın vekillere göre farklı şey ifade eder ama kamu düzeni dediğimiz zaman maddidir, sınırlıdır, öğeseldir diye bir hukuki sonuca ulaşabiliriz.

Şimdi, bu açıdan, çok kaygan bir alandayız. Mesela, biraz önce söylediğim, işaret ettiğim 64’üncü maddenin önünde tam da 63’üncü madde var. Madde 63: Tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması. Bir film çevrilebilir, denebilir ki: “Biz bu topraklarda medeniyetin başlangıcını 1071 olarak, 1453 olarak almayalım. Anadolu medeniyetlerinin boyutları çok daha derindir, çok daha kapsamlıdır, dünya çapındadır, tarihsel derinliği de var.” diye bunu pekâlâ bir sanatsal filme konu edebiliriz ama bu, bir başka siyasal görüşü rahatsız edebilir. “Hayır, ne demek Anadolu’nun tarihini 1071’den önce nasıl başlatırsınız?” diye veya “İstanbul’un tarihini 1453’ten önce nasıl başlatırsınız?” diye rahatsız olabilir ve tabii ki her zaman değerli meslektaşım Ahmet Bey gibiler olmayacak, partiler ötesi ve bugünkü güncel durum ötesi konuşmak durumundayız. İşte, o durumda tıpkı diğer sektörlerde olduğu gibi, burada 9 meslek kuruluşunun getirdiği bu destek, destekleme kurulları ve komisyonunun yapılanma tarzı karşımıza çıkıyor yani özerk olması, uzman ve özerklik statüsünden yararlanması. Burada, bu statüden yararlanması... Pekâlâ Anayasa madde 63 çerçevesinde tarihsel, kültürel ve doğal mirasa saygı adına bir film yapılıyordur ama öte yandan bir siyasal şahsiyet bundan rahatsızlık duyabilir. Bu durumda, işte bu kurulun özerk biçimde işlemesi gerekiyor.

Bu bakımdan, son olarak Anayasa madde 13’e de değinerek sözlerimi bitireceğim. Madde 13, bilindiği gibi, hak ve özgürlüklerin güvencelerini koyuyor ve sınırlarını koyuyor. Sınırlar anlamında kanunla sınırlanır, Anayasa’ya saygı çerçevesinde ve Anayasa'da yer alan nedenle ama güvenceleri laik cumhuriyet, demokratik toplum, hakkın özü, ölçülülük ilkesi. Şimdi, sadece “demokratik toplum”a değineyim çoğulculuk adına: Ben, Anadolu’nun tarihini iki bin yıl öncesinden başlatırım, Markar Bey on bin yıl öncesinden başlatır pekâlâ, bu, madde 63’ün koruma alanında yer alıyor
toplumsal çoğulculuk anlamında tarihin, uygarlığın yorumu anlamında.  Ama eğer siz bunu siyasal bakış açısına indirgerseniz o zaman hayır, madde 13 çok daha dar biçimde yorumlanır, oysa, madde 13’te ölçülülük ilkesi var, "hakkın özüne dokunma" ilkesi var, o zaman sanat özgürlüğünün özüne, pekâlâ eğer 63’üncü madde çerçevesinde yapacağımız bir filme dokunulursa sanat özgürlüğünün de özüne dokunulmuş olur.

Bu itibarla, benim dileğim, belirttiğim gibi -maddelere girmeyeceğim zaten amacımız o değil - genel çerçeveyle yetinecek olursak buna bir de hukuki bakış açısını getirelim ve bu hukuki bakış açısında Anayasa’mızı dikkate alalım, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını, belirlediği ölçütleri dikkate alalım ve biz bunların daha ötesine  gitmeyi amaçlayalım, daha ötesine gidebilmek için de elden geldiğince sinema faaliyetinin bir özgürlük alanında yer alan bir etkinlik olduğunu, sanatsal yaratma özgürlüğü olduğunu ve bunun da sınırlarının
gerek ulusal gerekse uluslararası mahkemeler tarafından, hukuk tarafından belirlendiğini, şiddete çağrı, ırkçılık gibi ana ilkeler olduğunu, kamu düzeni gibi hukuken somutlaştırılabilir ilkeler olduğunu dikkate alalım ve mademki bu kadar uzun zamandan sonra bu yasayı ilk kez ele alıyoruz o zaman bu yasa “Gerçekten sanat özgürlüğüne sinema filmleri yoluyla katkı sağladık.” kuşkusuz ama birbirimizi diyebileceğimiz bir yasa olsun. Burada farklı düşünceler serdedilebilir kırmamamıza gerek yok çünkü biz, birbirimizi burada anlayabildiğimiz ölçüde sanatın toplumsal barışa olan katkısını, hak ve özgürlüklerin ilerletilmesine olan katkısının nedeninin büyük ve d erin olduğunun farkına varırız diye düşünüyorum.

Teşekkür ediyorum.]


(Kaynak: TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı, Milli Eğitim Komisyonu, 09.01.2019)

11 Ocak 2019 Cuma

2018 Yıl Sonu Değerlendirmesi



2018 yılı ekonomik anlamda çalkantılı bir yıl olarak hatırlanacak. Özellikle dövizde yaşanan ciddi dalgalanmalar, TL'nin değer kaybı, yükselen faiz ve enflasyonun etkisi doğal olarak sinema endüstrisinin yıllık performansını da olumsuz yönde etkiledi. 

Şimdi buna bir de yeni yılın ilk günlerinde Mars ve yerli film yapımcıları arasında başlayan ve büyüyen kriz eklendi. Yeni sinema yasası taslağında yer alan promosyonlu bile satışı ile ilgili düzenleme, reklam sürelerinin kısıtlanması gibi yeni düzenlemelerin sektördeki bu krizi çözebilecek mi, bunu kestirmek şu anda mümkün değil. Kesin olan şey ise bizleri yapım, dağıtım, gösterim ve seyirci talebi açısından hiçbir şekilde öngörülebilir olmayan bir yıl bekliyor.

2018 yılının rakamlarına şöyle hızlıca bir göz attığımızda aşağıdaki sayılarla karşılaşıyoruz:

Toplam seyirci: 70.408.685
Yerli film seyirci: 44.684.445
Yerli film seyirci payı: %63.5
Toplam Hasılat: 896.751.849 TL
Yerli film hasılat: 544.741.359 TL
Yerli film hasılat payı: %60.7
Ortalama Bilet Fiyatı: 12.74 TL
Toplam salon/perde sayısı: 2900
En yüksek seyirci toplayan yerli film: MÜSLÜM (6.311.619 bilet)
En yüksek seyirci toplayan yabancı film: AVENGERS: SONSUZLUK SAVAŞI (1.909.967 bilet)

Bu sayıları geçtiğimiz yıllarla karşılaştıran grafiklerle incelediğimizde ise bize yaşadığımız krizle ilgili bazı ipuçları veriyor.


Uzatma dakikaları olarak bu seyirci grafiğine biraz "dikkatli" bakınca enteresan bazı yorumlar yapmaya imkan veriyor diye düşünüyoruz.  Hatırlatalım; 2011 yılında Rekabet Kurulu "oybirliği" ile Mars Grup'un AFM'yi satın almasını onaylamıştı. 2012 Nisan ayı itibariyle bu iki grup operasyon olarak da birleşmiş ve Mars çatısı altında faaliyet göstermeye başlamıştı. Nitekim grafikte bu birleşmenin yarattığı "sinerji" sonucu olsa gerek,  seyirci sayısı 40 milyon bandından 2013 yılında önce 50 milyona, 2014 yılından itibaren de 60 milyon bandına doğru yükselmiş görünüyor. 2016 yılında ise Mars sinemalarını CJ - CGV olarak bilinen G.Kore şirketi satın aldı. Bu satışın ardından ise bu kez 60 milyon bandından hızla bu kez 70 milyon bilet seviyesine bir sıçrama olduğu görülüyor. İşte dananın kuyruğu da burada kopuyor zaten! Ana akım film yapımcılarımız özellikle CJ grubun Mars Sinemalarını satın almasının ardından promosyonlu bilet satışlarının kontrolden çıktığını söylüyorlar. Ayrıca yapımcıya kalan "düşük bilet" payından da haklı olarak şikayet ediyorlar. Bir başka deyişle, "hormonlu" büyüme sağlayan promosyonlu biletlerden film sahiplerinin yeterince pay alamadıklarını söylüyorlar. (U.D Notu: bir grafik okuması yaparak aslında promosyonsuz seyirci sayısının halen 60 milyon seviyesinde olduğunu, belki de bu promosyon biletlerinin etkisiyle seyirci sayısının 70 milyonlara ulaştığını iddia edebiliriz.)    


Bu grafikte ise elde edilen toplam gişe hasılatını TL ve Euro para birimi üzerinden görmemiz mümkün. Yukarda bahsettiğimiz seyirci sayısındaki iki büyük sıçramanın (2012 Mars - AFM  birleşmesi ve 2016 CJ CGV Satışı) gişedeki karşılığını bu grafikte de görüyoruz. Hasılatın TL bazında yükseldiğini (önce 600 milyon seviyesine, sonra da 850 milyonun üstüne çıkıyor), ancak Euro bazında yerinde saymaya devam ettiğini, 2004 - 2018 aralığındaki 15 yılda box office'in Euro bazında sadece %68 büyüdüğünü görüyoruz. Basına yansıdığı kadarıyla, G.Kore'li şirketin 2016 yılındaki bu satın alma için 800 Milyon USD ödediğini biliyoruz. Mars sinemalarının CJ CGV'ye satıldığı 2016 yılınının Nisan ayında USD kuru 2.8 TL iken, 2018 yılının ortalama USD kuru 4.82 TL ye yükseldi. Eminim herkes kendince bunun ne anlama geldiğini kolayca yorumlayabilir. Ama marketlerde peynir ekmek gibi satılan promosyonlu biletlerin, popcorn menülerinin ve salonlarda gösterilen bitmek bilmeyen, sonu gelmeyen reklamların sebebi bu tablo olsa gerek!..     

Toplam hasılata Euro cinsinden bakıldığı zaman uzun yıllardır gözlemlenen yerinde sayma trendi 2018 itibariyle artık "aşağıya" doğru yönelmiş. Peki bu 158 milyon Euro nasıl bir pazar büyüklüğü anlamına geliyor? Gerçi 2018 rakamları henüz açıklanmadı ama bu gişe hasılatı toplamıyla, bırakınız Almanya'yı Fransa'yı İtalya'yı,  Belçika'nın dahi gerisine düşmüş olmamız kuvvetle muhtemel.  Elbette bunun sebebi TL'nin son iki yılda yaşadığı hızlı değer kaybı.

Koreli şirketin bu yatırımı yaparken durumu hiç de böyle öngörmediğini tahmin etmek güç değil. Yapılan 800 milyon USD'lik yatırımın geri dönüşünün kaç yılda olabileceği tartışmasını bir başka yazıda yaparız.



Sizle paylaşmak istediğimiz son grafik ise ortalama sinema bileti fiyatının TL ve Euro cinsinden yıllara göre seyri. Hasılat ve seyirci sayısındaki iki büyük sıçramayı bu grafikte göremiyoruz. Yani bilet fiyatları daha "istikrarlı" bir artış göstermiş. Bu da yapımcıların yakınmalarının (ve şüphelerinin) haklı zeminini oluşturuyor.

2018 sonu itibariyle ortalama biletin Euro cinsinden karşılığı 2.25'e düşmüş durumda ki bu 2004'deki endüstriyel miladın bile çok gerisinde. (U.D Notu: 2004 sinema destek yasasının kabul edildiği yıl. Dolayısıyla yapım, dağıtım ve sinema yatırımlarının artmaya başladığı bir dönemin başlangıcı olarak kabul ediyoruz)

2019 yılının bu ilk günlerinde:
- Promosyonların sınırlandırılması, reklam sürelerinin kısıtlanması ve - bakan tarafından açıklanan- sinema salonu / yapımcı arasındaki bilet payı bölüşümünü %50 olarak sınırlayacak düzenlemeler içeren yeni yasa,
- Euro cinsinden yerinde sayan hasılat ve dibe vurmuş bilet fiyatı,
- Finansman faizlerinin ve yapım maliyetlerinin artmasıyla mali olarak ciddi şekilde sarsılan, şirketlerini döndürmekte zorlanan ve filmlerini "dolapta" bekleten ana akım yapımcılar,
- Enflasyon sebebiyle alım gücü düşen tüketici,
- Sektörün %45'ini elinde bulunduran Dağıtımcı - Sinema salonu tekeli haline gelmiş (getirilmiş) G.Kore'li şirket.
- Yapım, dağıtım, gösterim anlamında yıllardır ciddi sıkıntılar yaşayan bağımsız filmciler.

Hükümet açısından bu çok bilinmeyenli denklemi çözmek hiç de kolay görünmüyor. Bir yanda yerli endüstriyi koruma güdüsü, öte yanda ise dış yatırımlara duyulan ihtiyacın acımasız gerçekliği.

- Yapımcılar Mars ile anlaşabilecek mi? Yoksa Mars hariçte tutulup başka bir dağıtım - gösterim opsiyonu denenecek mi?
-  Mars'ın operasyon gücü, pazar payı bu yeni yasa ile nasıl bir şekil alacak?
- Yasanın bilet fiyatlarına etkisi ne olacak?
- Ana akım bazı yerli filmlerin vizyon tarihlerini değiştirmesi ve yasayı beklemesi 2019 yılının seyirci, hasılat ve yerli filmlerin pazar payını ne şekilde etkileyecek?

Şu anda bir yol ayrımına gelinmiş durumda. Dolayısıyla iktidar yukarda saydığımız piyasa aktörlerini etkileyecek bir tercih veya tercihler yapacak ve bu soruların cevaplarını, krizin kazananlarını, kaybedenlerini hep birlikte görüp yaşayacak ve yorumlayacağız...