Sinema Yasası TBMM'nde kabul edilmeden önce 9 Ocak 2019 tarihinde ilgili komisyonda görüşüldü. Komisyon toplantısında Prof.Dr. İbrahim Kaboğlu'nun yasa taslağı üzerine Anayasa perspektifiyle yaptığı ve çok önemsediğimiz bu konuşmayı bloğumuzda paylaşmak istedik.
[İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul)
"Sayın üyeler, ben sadece genel çerçeveyle ilgileneceğim. Özgürlükler
hukuku uzmanlığım sıfatıyla konuya bakmak istiyorum. Bu öneriye emek
verenleri kutluyorum, teşekkür ediyorum ve ayrıca meslek birliklerinin
de burada bulunmasını bir kazanç olarak kabul ediyorum.
Tabii, konunun
hukuki boyut una baktığımız zaman anayasal temelden hareket etmekte
yarar var diye düşünüyorum. Çünkü Anayasa’mızın, bilindiği gibi, 27’nci maddesi “Bilim ve Sanat Hürriyeti” kenar başlıklı ve
64’üncü maddesi de sanat özgürlüğünün gelişmesine devletin katkısını
düzenliyor.
Bütün bu yapılan tartışmalar, Anayasa madde-13, hak ve
özgürlüklerin güvenceleri ve sınırlama ilkelerini koyuyor. Fakat tabii, bunu
tartışırken hep "Birleşik Krallık' a" gönderme yapıldı. Belki onun yerine
Avrupa Konseyine ve organlarına gönderme yapmakta yarar var çünkü
Türkiye, bilindiği gibi,
Avrupa Konseyinin kurucu devletleri arasında yer alıyor ve sözleşme bizim açımızdan bağlayıcı, mahkeme kararları da öyle.
Şimdi, bu bakımdan, sinema özgürlüğünün tıpkı sanat özgürlüğü gibi, ifade özgürlüğü çerçevesinde yer aldığında kuşku bulunmamaktadır. Hatta Avrupa Mahkemesi, kararlarında 10’uncu maddeyi kullanıyor, ifade özgürlüğü maddesini ve sanatsal ifade özgürlüğü deyimini geliştirmiş bulunuyor. Bu bakımdan -bizlere bir rastlantı değil - madde 25’ten itibaren; 25, 26, 27, 28, hep bu düşünce ve ifade özgürlüğü çerçevesinde düzenlenmiş bulunuyor.
Şimdi, bu ölçütler şu bakımdan önemli: Bizim Türkiye, maalesef, Avrupa Mahkemesinin en çok ihlal kararı verdiği devletlerin başında geliyor ve bu konuda da özellikle ifade özgürlüğü ihlalleri en başta yer alıyor. Şimdi, bu açıdan, zannediyorum anayasal çerçeveyi koymak önem taşıyor.
Evet, Anayasa’mızda kusurlar var ama yine de kayda değer hükümler var.
Belirttiğim gibi, madde 27, sanat ve bilim özgürlüğü... Bu, tabii ki bir
başka anayasada, mesela Portekiz’de “sanatsal yaratma özgürlüğü”
biçiminde düzenleniyor. Öyle olması temenni edilirdi ama şu andaki durum öyle
olmadığına göre mevcut olan pozitif hukuk çerçevesinde değerlendirecek
olursak yani burada yapılan düzenleme -64’üncü madde- Anayasa’nın
devletin sanata katkısı, sanatçıları koruması, acaba 27’nci maddenin amacını
gerçekleştirmeye ne kadar elverişlidir, bu açıdan bakmakta yarar var
diye düşünüyorum.
Bu çerçeveden baktığımız zaman, konuyu hukukileştirecek olursak, biraz daha somutlaştıracak olursak hem filmin hazırlık aşamasında, ön aşamada, hem yapım aşamasında, ön izin ve yapım sırasında hem de gösterim sırasında bu sanat özgürlüğüne ilişkin hükümlerin asgari ölçütlerinin madde-13 açısından yani hak ve özgür lüklerin sınırlanması ve güvenceleri açısından öne alınması gerekiyor, dikkate alınması gerekiyor, sanatsal ifade özgürlüğünden söz edebilmek için.
Şimdi, burada çok önemli bir ikilem
karşısında bulunuyoruz sayın konuşmacılar, sayın sunucu; başta Yayman ve
meslektaşımız Sayın Dursun’un sunuşundan da gördüğümüz üzere: Bu alan,
tam da sanayi ve sanat kavşağında yer alan bir sektör. Hatta “Sinema bir
sanat mıdır, yoksa bir sanayi midir?” tartışması çok yapıldı, ancak
sinemanın ticari boyutlarının yanında bizi burada ilgilendiren yönü
sanat yönü. İşte bu çerçeve de siyasal liberalizm ile iktisadi
liberalizmin tam da kavşak noktasında yer alıyor.
Hatırlayacaksınız, yirmi yıl kadar önce Türkiye’de bir
büyük deprem yaşadık ve o dönem de aynı zamanda Türkiye’nin Kopenhag
Kriterleri’ni yoğunca tartıştığı bir dönemdi ve şunları tartışmıştık:
“Bir kişi, bir film gösteriminde hoşa gitmeyen herhangi bir şey olursa sinema salonu
kapatılabilir fakat sinema binası yanlış inşa edildiği için çökse ve
orada birçok can seyirci verse onun müteahhidi, mimari, mühendisi yargı
önüne çıkmayabilir.” biçiminde iktisadi liberalizm ve siyasal
liberalizmin Türkiye’de ne denli birbirine karşıt bir biçimde
konumlandığını, sakat bir işleyişe sahip olduğunu tartışmıştık. Ve tabii
ki siyasal liberalizmin olmadığı yerde iktisadi liberalizm, iktisadi
liberalizmin olmadığı yerde siyasal liberalizmin olması da zor diyerek
bunları tartışıyorduk.
İşte zannediyorum, tam da bugün konuştuğumuz konu bu siyasal liberalizm
ve iktisadi liberalizm kavşağında yer alıyor. Biraz önce çünkü Markar
Bey uyardı, bu sinema salonlarında satılan bu yemişler ve mısırların bilete dâhil edilmesine kadar... Şimdi, tabii o
konuya girmeyeceğim ama öyle anlaşılıyor ki ticaret iyice bulaşmış bu
konuya. Yani “Sanat mı, sanayi mi; ticaret mi, yoksa sanatsal bir seyir
mi?” ayrımında çok sorunlar var, tıpkı “terör” ve “pornografi” deyimlerinde olduğu gibi.
Şimdi, bu açıdan baktığımız zaman, burada, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi kararlarında da hukukun belirttiği ölçütler belli: Şiddete
çağrı yapmayacaksınız, ırkçılık yapmayacaksınız belirli kişileri ve kurumları aşağılamayacaksınız, küfretmeyeceksiniz, yani genel anlamda ifade özgürlüğünün
sınırları. Ama siz bunun yerine “terör” derseniz, o zaman Ceza
Kanunu’nda bile tanımı olmayan “iltisak” gibi kavramların herkese göre
değişen öznel anlamlarıyla, sinema filmlerinin yapımına da “hayır”
diyebilirsiniz, gösterimine de “hayır” diyebilirsiniz. Bu bakımdan, bu
metinde, öneride yer alan kavramların hukukileştirilmesinde yarar var.
Mesela, “genel ahlak” kavramı yerine biz “kamu düzeni” kullanırız.
Çünkü, genel ahlak bana göre ve sayın vekillere göre farklı şey ifade
eder ama kamu düzeni dediğimiz zaman maddidir, sınırlıdır, öğeseldir
diye bir hukuki sonuca ulaşabiliriz.
Şimdi, bu açıdan, çok kaygan bir alandayız. Mesela, biraz önce
söylediğim, işaret ettiğim 64’üncü maddenin önünde tam da 63’üncü madde
var. Madde 63: Tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması. Bir film çevrilebilir, denebilir ki: “Biz bu topraklarda medeniyetin
başlangıcını 1071 olarak, 1453 olarak almayalım. Anadolu
medeniyetlerinin boyutları çok daha derindir, çok daha kapsamlıdır,
dünya çapındadır, tarihsel derinliği de var.” diye bunu pekâlâ bir
sanatsal filme konu edebiliriz ama bu, bir başka siyasal görüşü rahatsız
edebilir. “Hayır, ne demek Anadolu’nun tarihini 1071’den önce nasıl
başlatırsınız?” diye veya “İstanbul’un tarihini 1453’ten önce nasıl başlatırsınız?” diye rahatsız olabilir ve tabii ki her zaman değerli
meslektaşım Ahmet Bey gibiler olmayacak, partiler ötesi ve bugünkü
güncel durum ötesi konuşmak durumundayız. İşte, o durumda tıpkı diğer
sektörlerde olduğu gibi, burada 9 meslek kuruluşunun getirdiği bu destek, destekleme kurulları ve
komisyonunun yapılanma tarzı karşımıza çıkıyor yani özerk olması,
uzman ve özerklik statüsünden yararlanması. Burada, bu statüden yararlanması... Pekâlâ Anayasa madde 63 çerçevesinde tarihsel, kültürel ve doğal mirasa
saygı adına bir film yapılıyordur ama öte yandan bir siyasal şahsiyet
bundan rahatsızlık duyabilir. Bu durumda, işte bu kurulun özerk biçimde
işlemesi gerekiyor.
Bu bakımdan, son olarak Anayasa madde 13’e de değinerek sözlerimi
bitireceğim. Madde 13, bilindiği gibi, hak ve özgürlüklerin
güvencelerini koyuyor ve sınırlarını koyuyor. Sınırlar anlamında kanunla sınırlanır, Anayasa’ya saygı çerçevesinde ve Anayasa'da yer alan nedenle ama
güvenceleri laik cumhuriyet, demokratik toplum, hakkın özü, ölçülülük
ilkesi. Şimdi, sadece “demokratik toplum”a değineyim çoğulculuk adına: Ben,
Anadolu’nun tarihini iki bin yıl öncesinden başlatırım, Markar Bey on
bin yıl öncesinden başlatır pekâlâ, bu, madde 63’ün koruma alanında yer
alıyor
toplumsal çoğulculuk anlamında tarihin, uygarlığın yorumu anlamında. Ama eğer siz bunu siyasal bakış açısına indirgerseniz o zaman hayır,
madde 13 çok daha dar biçimde yorumlanır, oysa, madde 13’te ölçülülük ilkesi var, "hakkın özüne dokunma" ilkesi var, o zaman sanat
özgürlüğünün özüne, pekâlâ eğer 63’üncü madde çerçevesinde yapacağımız
bir filme dokunulursa sanat özgürlüğünün de özüne dokunulmuş olur.
Bu itibarla, benim dileğim, belirttiğim gibi -maddelere girmeyeceğim
zaten amacımız o değil - genel çerçeveyle yetinecek olursak buna bir de
hukuki bakış açısını getirelim ve bu hukuki bakış açısında Anayasa’mızı dikkate alalım, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ve Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi kararlarını, belirlediği ölçütleri dikkate alalım ve
biz bunların daha ötesine gitmeyi amaçlayalım, daha ötesine gidebilmek için de elden
geldiğince sinema faaliyetinin bir özgürlük alanında yer alan bir
etkinlik olduğunu, sanatsal yaratma özgürlüğü olduğunu ve bunun da
sınırlarının
gerek ulusal gerekse uluslararası mahkemeler tarafından, hukuk tarafından belirlendiğini, şiddete çağrı, ırkçılık gibi ana ilkeler olduğunu,
kamu düzeni gibi hukuken somutlaştırılabilir ilkeler olduğunu dikkate
alalım ve mademki bu kadar uzun zamandan sonra bu yasayı ilk kez ele alıyoruz o zaman bu yasa
“Gerçekten sanat özgürlüğüne sinema filmleri yoluyla katkı sağladık.”
kuşkusuz ama birbirimizi diyebileceğimiz bir yasa olsun. Burada farklı düşünceler serdedilebilir kırmamamıza gerek yok çünkü biz,
birbirimizi burada anlayabildiğimiz ölçüde sanatın toplumsal barışa olan
katkısını, hak ve özgürlüklerin ilerletilmesine olan katkısının
nedeninin büyük ve d erin olduğunun farkına varırız diye düşünüyorum.
Teşekkür ediyorum.]
(Kaynak: TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı, Milli Eğitim Komisyonu, 09.01.2019)
Paylaştığınız için çok teşekkürler. Kaboğlu'nun görüşleri yasa için çok kıymetli. Keşke yasa hazırlanırken daha çok dikkate alınsaydı.
YanıtlaSil