26 Mayıs 2015 Salı

İnsan sormadan edemiyor



Bakanlıktan yapım desteği alan yapımcıların Evliya Çelebi misali kapı kapı dolaşması gerekiyor.

Bunları listelediğimizde önce pes dedirten, sonra da tuhaflığıyla insana tebessüm  ettirecek komiklikte bir liste çıkıyor ortaya:

Kapı 1: Noter
Oyuncu sözleşmeleri, eser sahipleri ile sözleşmeler ve diğer bazı evrakları onaylatmak veya vekalet vermek için.

Kapı 2: PTT
Sözleşme aşamasında talep edilen Kayıtlı eposta (KEP) alabilmek için.

Kapı 3: Defterdarlık
"Gayrımenkulüme geçer hükmüm" diyerek destek teminatı olarak ipotek verebilmek için.

Kapı 4: Vergi dairesi
Destek sözleşmesine ait damga vergisini yatırmak için.

Kapı 5: Konsolosluk
Bu da en yeni kapılardan biri. Uluslararası Ortak Yapım sözleşmelerinin onaylatılması için.

Elbette burada değinmediğimiz kefil bulma çilesi, yeminli mali müşavir raporu, fiş fatura derdi vb. aşamalar da var ayrıca.

Peki niçin böyle?

Yani niçin her filmimize dünya kadar noter masrafı ödüyoruz? 

Kep uygulaması hiçbir sektörde kullanılmaya başlamamışken niçin film yapımcıları postane postane dolaşıyor?

Niçin dünya üzerinde sadece bizim yapımcılarımız kefil arıyor, evini barkını ipotek ettiriyor?

Bireysel banka kredilerinde bile damga vergisi muafiyeti varken film sözleşmelerinden niçin bu tutar talep ediliyor?

Konsolosluk talebi ise o kadar saçma ki söyleyecek şey bulamıyoruz...

Bakanlık bu taleplerine gerekçe olarak kanun veya yönetmeliği değil, Sayıştay denetimini öne sürüyor...

Sinema sektörü sadece Türkiye'de mi Sayıştay denetimine tabi? Fransa, Almanya, Belçika'da bu denetimler yok mu?

Bu anlamda endüstrimiz tabiri caizse "5 boy geriden geliyor".

Niçin uluslararası başarılı modelleri inceleyip, anlamaya çalışıp adapte edemiyoruz?

Tüm ulusal kurumlarımızın uluslararası sinema endüstrisinin nasıl çalıştığını öğrenmesi, mantığını anlaması ve ona adapte olmaya çalışması gerekiyor.

Bunun yerine kendi bürokratik işleyişini sinemaya empoze etmeye çalışmak akıntıya karşı kürek çekmekten başka bir şey değil.

Ve maalesef biz bu soruları sorup düşünüp tartışırken sürüklenmeye devam ediyoruz...


28 Şubat 2015 Cumartesi

Sinema endüstrimizin model sorunu



Dünyanın önde gelen film endüstrilerine bakıldığında iki ana ekolün varlığından bahsedebiliriz:

- Kıta Avrupası modelinde devlet sosyal ve kültürel boyutlarını da göz önünde bulundurarak sinema alanında filmlerin üretim, dağıtım ve gösterimini aktif biçimde desteklerken,

- Anglo Sakson modeli ise doğrudan devlet desteklerinin olmadığı, devletin daha çok pazarı düzenleyen konumuda olduğu  ve sinema finansmanının  daha çok vergi mekanizmaları ve özel teşebbüs yatırımlarıyla gerçekleştiği bir
modeldir.

Türkiye'de uzun süredir sinema sektörünü meşgul eden tartışmaların temel sebeplerinden biri bizim bu modellerin herhangi birinde karar kılıp buna yönelik düzenlemeleri yapmamak.

Avrupa Birliği adaylık sürecinde olmamıza rağmen sinema yasasından ses yok, telif kanunu ise başka bahara kaldı. Avrupa'daki ülkelere kıyasla devlet destekleri çok yetersiz ve üstelik mevcut sınırlı desteklerin uygulanmasında bile bürokratik gariplikler yaşanıyor.  

Desteklerin yaklaşık %99'u sadece devlet kaynaklı ve televizyon başta olmak üzere başka mecraların katılımı yok denecek seviyede. 

Finansman kaynaklarının yetersizliği ve yasal düzenlemelerin olmaması sebebiyle ortak yapımların sayısı bir elin parmaklarını bulmuyor.

Bu pencereden baktığımızda 2004 yılından beri süren devlet desteklerinin varlığı Avrupa modeli'ni çağrıştırsa da pekçok eksiklik ve bunun yarattığı sorunlar var.

Bir taraftan da "ticari film yapılsın, seyircisiz filmlere devlet desteği verilmesin,
büyük platolar kuralım, Amerikan stüdyo yapımlarını getirelim" diyen bir grup var.

Ancak sinemanın ticari yönleriyle ele alınması ve yabancı yatırımlarla ivmelenmesi gerektiğini düşünenlerin de gözardı edemeyeceği arızalar mevcut. Ekonomisinin %50'si kayıt dışı olan, rekabet ile ilgili düzenlemelerde sınıfta kalan ve vergi konusunda kronik  bozukluklar olan bir ülkede AngloSakson patentli bir sinema modeli uygulamak nasıl mümkün olabilir?

Elbette bahsettiğimiz her iki modelde de mesleki örgütlenmelerinin ileri düzeyde olduğunu, sistemin şeffaflık üzerine kurulduğunu da ayrıca belirtelim.

Yeni sinema yasası taslağında da ne yazık ki bu model konusunda bir kafa karışıklığı varlığını sürdürüyor. 

Mevcut yasada genel ifadeler içeren "Amaçlar" bölümü olsa da desteklerin doğru kullanılıp kullanılmadığıyla anlamamıza yarayacak, genel müdürlüğün ve destekleme kurullarının performanslarını ölçecek kriterler yok. 

Uzatma Dakikaları olarak önerimiz sinema yasasında bir HEDEFLER başlığının olmasıdır. 

Sinemamızın somut hedeflerini belirleyebilirsek işin sadece evrak ve muhasebe kısımlarına sıkışıp kalmaz, geleceğe dair bir vizyon oluşturup planlama yapabiliriz.

Böylelikle "niçin?" ile başlayan sorular yerine artık biraz daha "nasıl?" içeren sorular sormak mümkün olur.




     
 

11 Haziran 2014 Çarşamba

Sinema endüstrisinde kdv iadesi bir teşvik midir?

Bakanlık 100. yıl posterlerinden birisi (Cannes standı 2014)

Cannes'deki Türkiye standında yabancı yapımcılar için bir anket formu bulunmaktaydı. Anketteki sorulardan biri "Türkiye'de mevcut katma değer vergisi iadesi (VAT return) uygulaması ülkemizi tercih etmenizde iyi bir teşvik midir?" şeklindeydi.

Daha önce defalarca söylememize ve uyarmamıza rağmen sektörde halen Kdv iadesini sinema teşviği olarak telaffuz etme hatası devam ediliyor.

Tekrar tekrar söylemekten usandık, onun için yazıp kurtulmaya karar verdik.

Kdv iadesi sinema sektöründe bir teşvik değildir. Bir yapımcıya "Kdv iadesi almanız Türkiye'ye gelmenizde etkili olur mu?" demek bir turiste "kdv iadesi alsanız Türkiye'ye gelir miydiniz?" sorusu kadar manasızdır.

Konuyu biraz daha açalım: Türkiye'de yabancı yapımlar için herhangi bir mali destek veya teşvik olmadığından, örneğin bir Almanya - Hollanda ortak yapımı Türkiye'ye çekime geldiğinde, hemen hemen tüm çekim ekibini ve büyük oranda da ekipmanlarını buraya gelirken beraberinde getirmek durumundadır (özellikle finansmandan kaynaklanan harcama zorunlulukları sebebiyle)
Dolayısıyla bu tip prodüksiyonların Türkiye'de yapacakları harcamalar büyük oranda konaklama, yemek gibi saha harcamaları ile çekimde görev alacak çeşitli asistanlar ile sınırlı olacaktır.

- Yemek ve konaklama için Kdv zaten %8'dir.
- Çoğunlukla kayıtdışı çalışan ekibin imzalayacağı gider makbuzlarında ortaya çıkan "2 numaralı Kdv" iade kapsamında bulunmamaktadır.

Bir diğer deyişle Türkiye'ye çekime gelecek 2-3 milyon Euro bütçeli bir Avrupa yapımının yemek ve konaklama ile ilgili harcama tutarının kdv'si toplam bütçenin %1'i gibi bir meblağ tutacaktır. Dünya üzerinde kimse bütçesinin %1'sini geri alacak diye kalkıp bir ülkeye çekime falan gelmez.

Dolayısıyla uluslararası sinema endüstrisinde Türkiye hariç herhangi bir ülkeden "kdv iadesi veriyoruz" şeklinde bir laf duymazsınız.

Bu durumda da ülkemize gelen yapımlar sadece İstanbul, Kapadokya vb. reel mekanları kullandığı için zaten burada çekilmek durumunda olan yapımlardır. (bunların büyük bütçeli olanlarından bazılarının tanıtım fonundan para aldığı biliniyor, ama o iş bu yazının kapsamının dışında)

Öte yandan, örneğin çekim için Hollanda'yı tercih eden bir yapımcı orada yapacağı harcamaların %30'unu, veya örneğin Macaristan'ı tercih eden bir yapımcı ülkede yapacağı harcamaların %20'sini direkt geri aldığı bir endüstriyel denklemde Türkiye'nin esamesi bile okunmaz.

Aslında kağıt üzerinde Ekonomi Bakanlığı'nın tebliği ilk başta bizleri biraz umutlandırmıştı. Ama maalesef onun da "sinema" değil "sınama" tebliği olduğu kısa zamanda anlaşıldı.

Uzun lafın kısası posterdeki şekliyle ülkenizi uluslararası film projeleri ve ortak yapımlar için cazip hale getirmek istiyorsanız teşvikler oluşturmanız şart.

Bizdeki hal ve durumlar durumlar böyle devam ederse, tam tersine, Türk yapımcılar filmlerini yurt dışında çekmeye başlarlarsa şaşırmayınız.