Tüm dünyada Covid 19 salgını sebebiyle sinema salonları bir süredir kapalı. Sinemaların daha ne kadar kapalı kalacağını, açılsa da bu şartlar altında işlerin ne zaman eski haline döneceğini kimse bilmiyor. Sinemaların kapanmasıyla vizyondaki bazı filmlerin vizyonları yarıda kaldı, ilkbahar aylarında izleyici ile buluşacak filmlerin de vizyon tarihleri değişti.
Bu kriz bir yandan da yeni iş modelleri denenmesinin yolunu açtı.
Birçok ülkede filmler farklı şekillerde izleyiciye ulaştırılmaya
çalışılıyor. Bu anlamda da farklı modeller gündeme gelmiş durumda. ABD'de bazı stüdyolar filmleri sinemaların kapalı olması gerekçesiyle Itunes ve Amazon gibi tvod
plafrormlarında izleyici ile buluşturdu. İngiltere'de de benzer bir yöntemle vizyona girecek bazı filmler Curzon Cinema, MUBI, BFI Player gibi platformlar üzerinden
izleyiciye sunuldu. Avrupa'da çeşitli ülkelerde
de hızla benzer uygulamalar konuşulup tartışılmaya başlandı.Türkiye'de ise Başka Sinema - Blu TV işbirliği ile mart ve nisan
aylarında vizyona girecek bazı filmleri Tvod uygulaması şeklinde
19.99 TL fiyatla seyirciyle buluşturan bir yeni model başlamış bulunuyor.
Tüm bu gelişmeler yaşanırken özellikle bağımsız filmler
için "sanal vizyon" (virtual relase) olarak adlandırılan ve bu yazının konusunu
oluşturan oldukça yaratıcı başka bir model de ABD'de uygulanmaya
başladı. Kino Lorber (platform: Kino Marquee), Music Box (platform:
streamlocal), Film Movement (platform: virtual cinema) gibi bazı
dağıtımcılar seyircinin filmleri sinema salonlarından satın alıp
evlerinde filmleri izledikleri ve Sanal Vizyon olarak adlandırılan bu dağıtım modelinde
bilet
gelirleri aynen normal sinema vizyonunda olduğu gibi salonlar ile
eşit olarak paylaşılıyor. 12 USD olarak belirlenen fiyatla sanal
vizyondaki filmler beş gün süreyle izlenebiliyor. Filmler bu sanal
vizyonda 60-90 gün süresince kaldıktan sonra Tvod platformlarına
(itunes, amazon vb) geçiyorlar. Sinema salonları sanal vizyondaki bu filmleri sosyal medya hesapları üzerinden aktif olarak duyurup izleyicilerine bu karantina döneminde
yeni filmler sunma konusunda aktif davranıyorlar. Karantina dönemi
hafifleyip sinema salonları açılsa bile sosyal mesafe kuralları gereği
filmlerin bir süre daha kapalı gişe oynaması mümkün olmadığından
bu modelin karantina sonrası dönemde de sinema
vizyonu ile birlikte devam edip etmeyeceği tartışılıyor.
Sinema vizyonu ile ilgili bu tartışmalar Covid 19 öncesi dönemde de
mavcuttu. Teknolojik gelişmelere paralel olarak sinemada mecra sayısı
sürekli arttı. 1950'li yıllarda sinema filmleri için tek mecra sinema
salonları iken televizyonun evlere girmesi ile filmler televizyonda da
gösterilmeye başlandı (televizyonda gösterilen ilk film: Wizard of Oz - 3
Kasım 1956 tarihinde) Daha sonra home video dediğimiz evlerde VHS -
Betamax manyetik bant formatları ile film izleyebildiğimiz döneme girdik
(ilk kez Magnetic Video şirketi 1977 yılında 20th Century Fox'dan 50
adet filmi video kaset formatı için lisansladı) Teknolojinin
ilerlemesiyle banttan cd'lere geçiş gerçekleşti (1993 yılında VCD, 1996
yılında DVD pazarı oluştu). Yine 1990'larda Pay Tv olarak hizmet veren
özel televizyon servisleri ortaya çıktı. 2000'li yılların ortasına
gelindiğinde ise VOD (isteğe bağlı video) pazarının gelişimi hız
kazandı. Bu açıdan bakıldığında her ne kadar sinema salonları önem ve
münhasırlığını devam ettiriyor olsa da artık film izlenebilecek bir çok mecra mevcut. Sinemada film izlemenin sosyal,
kültürel ve teknik olarak üstünlüğü tartışılmaz bir gerçek olsa da
filmlerin "vizyona girmesi" - özellikle bağımsız filmler için - ile ilgili
sorunlar ve tartışmalar gittikçe büyüdü. Günümüz itibariyle bir filmin
izlenme ömrü hemen hemen aynı kalırken bu ömrünü birçok mecraya birden
yapması gerektiği gerçeği var karşımızda. Hele bir de üretilen film sayısındaki
artışı hesaba katarsak buradan şöyle şık'lar ortaya çıkıyor:
a) ya bu mecraların bazıları zamanla yok olacak b) ya hmecraların süresi kısalacak c) ya mecraların münhasırlığı ortadan kalkacak, d) ya
da hepsi!... Şu anda aslında olan şey biraz (d) şıkkı gibi duruyor.
Bu perspektiften bakıldığında Türkiye'de Sinema Genel Müdürlüğü'nün internet
mecrasını 5 ay ile düzenlemesi veya sinema salonu sahiplerinin bunun 12
ay olmasını talep etmeleri hem eşyanın doğasına aykırı hem de Türkiye gerçekleriyle pek örtüşmüyor. Zira
Türkiye'de sinema salonlarının %10-%12 doluluk oranı ile faaliyet
gösterdiğini ve vizyona giren filmlerin (yerli ve yabancı dahil olmak
üzere) %58'inin yirmi bin seyirci toplayabildiğini biliyoruz. Ve bu gerçekler sinemada
film izleme keyfini değil, ama "sinemada vizyon girmek" olgusunu
tartışmaya açıyor. Dolayısıyla da sinema salonu sahiplerinin bağımsız filmlerin
finansmanını tamamen ortadan kaldıracak olan "rüsumların kaldırılmasını"
talep etmek gibi palyatik çözümler yerine dijitalleşmenin yarattığı ve
Covid 19'un hızlandırdığı bu iklimde nasıl varlıklarını sürdüreceklerine
dair daha yaratıcı ve uzun soluklu stratejiler oluşturmalarının şart
olduğunu düşünüyoruz.
Futbol tabiriyle, "göze hoş gelen" ama sportif başarısı olmayan bir
oyun planının orta vadede seyirciyi tribünlerden kaçıracağını, uzun
vadede ise kulübün kapısına kilit vurulmasına yol açacağı gerçeğini göz
ardı etmemeliyiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder