23 Aralık 2015 Çarşamba

Televizyon izleme alışkanlıkları üzerine 2 araştırma




Ericcson Tüketici Laboratuvarı televizyon tüketim alışkanlıklarıyla ilgili tüm zamanların en kapsamlı saha araştırmasını gerçekleştirdi.

40 farklı ülkede, nüfusu 10 milyonun üzerindeki nüfusa sahip 15 şehirde 100.000 katılımcıyla gerçekleştirilen araştırma 1.1 milyar kişinin televizyon eğilimini gözler önüne seriyor.

Araştırma anket formu doldurarak değil, doğrudan televizyon izleme platformlarından izleme ölçümleri yaparak gerçekleştirildiği için önemli. (Zira soru cevap şeklindeki araştırmalarda genel olarak katılımcıların internetten tv izleme alışkanlıklarını bir miktar abarttığı biliniyor)

Sözkonusu araştırmaya göre;

Gençlerin %10'u sadece talebe bağlı (on demand) formatta televizyon izlerken,
60 yaş üzerinde ise %10 oranında ise yayın akışına bağlı (linear) televizyon izleniyor.

Katılımcıların %61'i televizyon içeriğini mobil cihazlardan izliyor.

Katılımcıların %42'si yer ve zaman sınırlaması olmaksızın televizyon izleyebilmeyi önemsiyor.

Katılımcıların %41'i her gün mutlaka youtube'da içerik izliyor. (yetişkinler öğretici videoları, gençler oyun ile ilgili içerikleri tercih ediyorlar)

Talebe bağlı izlemede ise sıralama;

ABD'de sıralama 1) Youtube 2) Netflix

İngiltere'de ise 1) Youtube 2) BBC iPlayer 3) ITV Player

şeklinde.

Araştırmaya katılanlar haftada ortalama 6 saat internetten içerik izliyorlar. (halbuki 2011'de yapılan bir tahmin bu sürenin 2.9 saat olacağını öngörüyordu)

İzleme Maratonu'nun (Binge Watching - u.d. notu: bir oturuşta ortalama 2-6 bölüm tv içeriğini birden izleme anlamına geliyor) günlük izleme içindeki oranı %50 iken, haftalık olarak ölçüldüğünde %87'ye yükseliyor.

İzleyicinin en büyük şikayeti ise tahmin edileceği gibi çok fazla içerik arasından seçim yapmanın güçlüğü.

Kısacası her şeye rağmen televizyonun popülaritesi hala güçlü bir şekilde hissediliyor...

PWC'nin yaptığı ikinci araştırma ise yeni tv mecralarının büyüklüklerini ve gelişme hızlarını ölçmeye yönelik. Araştırma sonuçlarına göre;

OTT (Over The Top Content - u.d. notu: Hulu, Netflix vb. internet üzerinden izleme servisi veren platformlar) en hızlı gelişen segment.

Buna rağmen OTT'nin genel pazar içindeki payının halen oldukça mütevazi olduğu görülüyor. (2014 yılında toplam televizyon abonelikleri büyüklüğü 205 milyar USD iken OTT aboneliklerinin büyüklüğü sadece 8 Milyar USD olarak gerçekleşti)

Araştırmada televizyon ve sosyal medya ilişkisi de (Twitter özelinde) mercek altına alınmış. 

Hemen hemen tüm programların kendine ait etiketleri (hash tag) leri var.

Yapılan ölçümlere göre televizyon içeriğinin sosyal medya ile aktif entegrasyonu yayın akışına bağlı (linear) izleme oranını %21 arttırırken, zaman kaydırmalı (time shifted) izlemeyi %16 oranında arttırıyor.

Araştırmada ayrıca tüm yaş gruplarında sosyal medyayı aktif olarak kullanan programların reklam gelirlerini %30 oranında arttırdığı ölçülmüş.




   

9 Aralık 2015 Çarşamba

Üniversite ve Devlet Televizyonu sözleşme imzaladı




Polonya devlet televizyonu TVP ile Lodz Film Okulu arasında film ve senaryo yarışmaları düzenlenmesini içeren, içerik yayınlama imkanı, televizyonun arşivine erişim ve staj olanakları da sunan bir işbirliği sözleşmesi imzalandı. 
Anlaşma TVP başkanı Janusz Daszczyński ve Lodz Film Okulu rektörü Mariusz Grzegorzek arasında 4 Aralık 2015 tarihinde imzalandı. İşbirliği anlaşması TVP'nin ''en iyi mezuniyet filmi'', ''en iyi master progamı tamamlama filmi'' gibi yarışmaları düzenlemenin yanısıra seçilecek en iyi senaryonun yapımını gerçekleştirme gibi planları da içeriyor. TVP böylece öğrencilere filmlerini kültür ve sanat kanalı olan TVP Kultura'da sunma imkanı sağlayacak.
TVP bu anlaşmayla Lodz'da bulunan yerel şubesinde okul öğrencilerinin staj olanaklarını da arttırmayı hedefliyor.
Öğrenciler böylece TVP'nin belgesel ve programları da içeren kapsamlı arşivine de erişim imkanı da edinecek.

4 Aralık 2015 Cuma

Rakamlarla Festivallerde son 10 yıl - 2


Uzatma Dakikaları olarak son 10 yılın Berlin, Cannes, Venedik Festivalleri'nin ana yarışma bölümlerinin incelemesine devam ediyoruz.

Bu konudaki ilk yazımızda yarışmaya seçilen filmlerin ülke bazında dağılımlarını göstermiştik.

Listede başı çeken ülkelerin Fransa (102 film), ABD (101 film)  İtalya (49) ve Almanya (41) üçü bu üç büyük festivalin düzenleyicisi konumunda da  olduklarından kendi ürettikleri filmlerin lansmanı için ana mecra olarak bu festivalleri kullanıyorlar.

Listede yer alan:

102 Fransız filminin 49 tanesi Cannes yarışma,
48 İtalyan filminin 31 tanesi Venedik yarışma,
41 Alman filminin de 28 tanesi Berlin yarışma

bölümlerinde gösterilmişler. 

Yani uluslararası önemdeki bu festivaller aynı zamanda ulusal sinemanın dünyaya açılan penceresi konumundalar.

Bu filmlerin IMBD puanlarını ülke bazında incelediğimizde ise ise ilk 10 ülke şöyle sıralanıyor:

Romanya: 7.57 (6 film)
İran: 7.52 (9 film)
Türkiye: 7.32 (9 film)
Danimarka: 7.23 (10 film)
Japonya: 7.03 (22 film)
Belçika: 7.01 (9 film)
Avusturya: 7 (12 film)
G.Kore: 6.89 (13 film)
İngiltere: 6.83 (32 film)


Elbette buradaki yaklaşımımız oldukça basit genellemelere dayanıyor. Örneğin, ortak yapımlar bu çalışmanın dışında tutuldu. O kategoriyi de işin içine katarsak resim daha da değişiyor.

Biz bu konuda nasıl çıkarımlarda bulunabiliriz?

Sadece kişisel ilişkiler ile yürüyen ("abi sen falanca kişiyle bir konuş, onun filanca kişiyle arası iyi"), veya belli içerikteki filmlerin üretilmesiyle ("Türkiye'ye küfür eden filmler uluslararası festivallere seçiliyor" kafası - oysa bu 9 filmin hiçbiri politik bir niteliğe sahip değiller)  bu işlerin yürümediğini anlamak lazım.

Üretilen film sayımıza bakıldığında bu yarışmalarda daha fazla ve daha düzenli olarak filmlerimizin yer alması gerektiğini düşünüyoruz. Bunun için film destekleriyle ilgili finansman kaynaklarının çeşitlenmesi şart. Halihazirda Türkiye'de sadece Kültür Bakanlığı fonu mevcut iken listede başı çeken Fransa'da tam 48 farklı sinema ile ilgili fon mevcut.

Uluslararası festivaller ile ilgili stratejik hedeflerle çalışan ve lobi yapan  yapıların oluşturulması önem taşıyor.  Bakanlığın "biz bu filmleri nasıl satarız" ruh halinden acilen çıkması lazım. Bir ülkenin Sinema Genel Müdürlüğü filmlerin satışıyla değil, sinema endüstrisinin ve filmleri üreten yeteneklerin sunumu ve pazarlamasıyla ilgilenir. Filmleri satılması yapımcıların derdi ve işidir çünkü.

Ayrıca ortak yapımların sayısının artmasına yönelik tedbirleri almamız da önem taşıyor. Bu incelemeye ortak yapımları dahil etseydik aradaki farkın ne kadar açıldığını daha net görürdük. Hele bizim gibi finansman, dağıtım ve teknik altyapı eksiklikleri yaşayan bir endüstri için ortak yapımların önemini bir kez daha anlatmaya gerek görmüyoruz.










7 Kasım 2015 Cumartesi

Rakamlarla festivallerde son 10 yıl -1



"Acaba son 10 yılda top klasman festivallerde ülke bazında nasıl bir dağılım var?" diyerek bu dönemin Berlin, Cannes ve Venedik ana yarışmalarını masaya yatırdık.

Sonuçta aşağıdaki gibi bir film dağılımı çıktı ortaya:

Fransa =102
ABD =101
İtalya =49
Almanya=41
İngiltere =32
Japonya =24
Çin =20
G.Kore =13
Avusturya =13
Rusya =13
Ispanya = 11
Kanada =11
Danimarka =10
Israil =10
Iran =10
Arjantin =10
Türkiye = 9
Belçika = 9
Meksika =6
Romanya =6
...

şeklinde liste devam ediyor.

Bu 10 yıllık süreçte 53 farklı ülkeden filmin bu üç festivalin ana yarışmasında kendine yer bulduğu görülüyor.

Bu ülkelerin kıta dağılımına bakıldığında ise:

23 Avrupa
15 Asya
9 Amerika

5 Afrika
1 Avustralya

şeklinde bir dağılım ortaya çıkıyor.

***

Bu inceleme yapılırken ortak yapımlar dikkate alınmadı. Filmin menşei belirlenirken de filmin dili, yönetmenin veya yapımcının ülkesi değil, ana finansmanı sağlayan ülke baz alındı.

Büyük üretim hacmine sahip Hindistan (Bollywood), Nijerya (Nollywood) gibi ülkelerin listede yer almadığı görülüyor. Bu istisnaların dışında ise ülke sinemalarının festival performansı o ülkenin dünya sinema endüstrisindeki yerinden çok da bağımsız değil. "Bu listede ne işi var?" diyeceğimiz bir sürpriz yok bu listede bizim için. 

Dolayısıyla ticari sinema - festival sineması arasında keskin ayrım yapmak, en azından endüstriyel perspektiften, pek de manalı değil. Bunun yerine bu iki ana damarı birbirini besleyen ve endüstriyi geliştiren mecralar olarak görmek daha doğru görüşündeyiz.

Türkiye'nin listedeki konumuna gelince; mevcut destek mekanizmalarının hacmi, yasal düzenlemeler, üretim ve rekabet koşulları gibi değişkenler göz önüne alındığında minimum girdiyle maksimum sonucun elde edildiğini söyleyebiliriz.

Öte yandan bu listede şu anda daha alt sıralarda olan veya henüz ortalarda görünmeyen bazı ülkelerin son yıllarda yaptıkları atılımlara şahit oluyoruz. Eğer biz de gecikmiş bazı reformları yapmaz veya ön liberoyu sağ açık oynatmaya devam edersek sonraki 10 yılın böyle bir resim vermeyeceğini şimdiden söyleyebiliriz.  

Uzatma Dakikaları'nda festivaller mevzusunu yazmaya devam edeceğiz.





  



13 Ekim 2015 Salı

Güney Kore'nin düşündürdükleri




Aslında dışardan bakıldığında G.Kore Sineması'nda herşey yolunda gibi görünüyor. 

2015 yılında "Assasination" ve "Veteran" isimli yerli filmler 10 milyon adet bilet satışını aşma başarısı gösterdiler.

G.Kore sinema sektörü 2014 yılında 1.6 Milyar $' lık gişe hasılatına ulaşarak dünyanın 6. büyük pazarı haline geldi.

Ancak endüstriye gitgide mega projelerin yön vermeye başlaması beraberinde ciddi sorunları da getirmeye başladı.

Birçok uzman sektördeki dikey yapılanmanın (yapım, dağıtım, gösterim alanlarının aynı grupların tekelinde toplanarak pazar yoğunlaşması yaratması durumu) dev şirketler tarafından üretilen "büyük bütçeli formül filmlerine" yönelik bir üretim modelinin oluşmasına yol açarak film çeşitliliği azalttığını,  bu durumun ise başka daha derin problemlerin kökenini oluşturduğunu belirtiyorlar.

2014 yılında sinema zincirlerinin öncelikle kendi kurdukları dağıtım şirketlerinin filmlerinin gösterimine öncelik tanıdığını görüldü. Buna karşılık küçük filmler ise genellikle  kısmi gösterimler, seans paylaşımı, sabah veya geceyarısı gösterimleriyle yetinmek zorunda kaldılar.

Eleştirmenler ise yerel markete ve ticari başarıya odaklı filmlerin sektörü domine etmesinin sonucu olarak Berlin, Cannes, Venedik gibi festivallerin yarışmalarında gittikçe daha az sayıda Kore filminin yer almaya başladığını  belirtiyorlar.

Kore sinemasının kendi pazarındaki ticari başarısı ülkemizdeki bazi yapımcılar tarafından da keşfedilmiş durumda. Buna bir de iki ülkenin benzer kültürel motifleri eklenince son yıllarda artan şekilde Kore'den adapte yapımlar  sinemalarımızda boy göstermeye başladı.

Sinema endüstrimizdeki dikey yapılanmanın şiddetini arttırdığını da biliyoruz. Anlaşılan sektörümüz sadece içerik adaptasyonuyla yetinmiyor, endüstriyel bir modelleme olarak da Kore sinema endüstrisi bazı çevrelerin iştahını kabartıyor olmalı.

Rekabet kurulumuz piyasadaki rekabeti sadece tüketici ve bilet fiyatı ekseninde değerlendirdiğinden üretimdeki dikey - yoğunlaşmaya yönelik olarak pek kılını kıpırdatmıyor.

Özellikle dijitalleşme sonrası bağımsız yerli yapımlarımızın vizyon konusunda yaşayacağı sorunların kronkleşeceğini görmek için kahin olmaya gerek yok.

Sinemadan sorumlu bürokrasi ise herhalde birçok Türk filminin vizyona giremeyeceği kıyamet günleri gelene kadar pek kılını kıpırdatmayacak gibi.

Bu konuyu Uzatma Dakikaları'nda gündeme getirmeye devam edeceğiz.





16 Haziran 2015 Salı

Kdv iadesi hakkında



Türkiye'de çekilen yabancı filmler için kdv iadesi imkanı bulunuyor.
Sinema Genel Müdürlüğü'nün 'teşvik' olarak sunduğu bu mekanizma nedir
ve nasıl işliyor, bu yazımızın konusu bu.
 
Öncelikle KDV iadesi almanın şartları neler?

1- Filmin Türkiye'de çekilmesi gerekiyor.
2- Filmin yapımcısının yurt dışında bir şirket olması gerekiyor. Yani filmden yurt dışında faydalanılması gerekiyor.
3- Yapımda harcanan tutarın yabancı para cinsinden Türkiye'de prodüksiyon
hizmeti veren şirketin hesabına gelmesi gerekiyor.
4- Prodüksiyonla ilgili tüm faturaların Türkiye'deki prodüksiyon hizmeti veren şirketin adına kesilmiş olması gerekiyor.

Eğer bu şartlar oluşmuşsa kesilen faturaların kdv tutarlarının iadesini talep edebiliyorsunuz.

Bu talebi oluşturmak için bir yeminli mali müşavire ihtiyacınız var. Sonrasında da şu aşamalardan geçiyorsunuz:

- Yeminli mali müşavir tüm faturaların gerçek olup olmadıklarını fatura kesen şirketleri arayarak kontrol ediyor.

- Talep formunu doldurup ilk başvuruyu yapıyor. (Bunun için vergi dairesinden internet şifrenizi almanız lazım)

- Maliye bu ön aşamadan sonra varsa sorularını iletiyor, siz de onları yanıtlıyorsunuz.

- Daha sonra vergi dairesinden şirketinize yoklamaya geliniyor.

- Yoklamadan sonra da size vergi iadesi işleminin tamamlanması için bir adet form bırakıyorlar. Formu 15 gün içinde güncel mali verileriniz, sgk dökümleriniz, ofisinizin 3 adet fotoğrafı olacak şekilde dosyalayıp kaşeli - imzalı bir şekilde
vergi dairesine teslim ediyorsunuz.

Peki bu işlemler ne kadar sürüyor?

Tam 9 ay !...

Bu kadar yavaş işleyen multi - bürokratik  bir sistemi uluslararası mecrada "sinema teşviği" olarak sunmak biraz gülünç olmuyor mu?

Hangi yapımcı 9 ay sonra alabileceği bir KDV iadesi için (yani pratik olarak filmin post prodüksiyonunda ve vizyon aşamasında bile kullanılamayacak olan bir iade bu) Türkiye'ye gelir ki?

Hele de birçok ülkede cazip Vergi Teşvikleri (Tax Rebate) ve Vergi Destekleri (Tax İncentive - ki bu destek peşin olarak önden alınabiliyor) varken!

Gelin adını koyalım: Kdv iadesi bir sinema teşviği değil, havaalanlarında turistlere sunulan bir turizm teşviğidir.



















1 Haziran 2015 Pazartesi

Dijital Ortak Pazar



Avrupa Komisyonu 6 Mayıs 2015'de Dijital Ortak Pazar (DSM) ile ilgili bir taslak metin yayınladı.

Bu metinde Avrupa Birliği sınırları dahilinde bölgesel sınırlandırmanın (Geo blocking) kaldırılması ve kullanıcıların online içeriklere serbestçe erişiminin sağlanmasına yönelik düzenleme önerileri yer alıyordu.

Avrupa Komisyonu'dan Günther Oettinger konuyla ilgili yaptığı açıklamada "Amazon, Google ve Microfost'un yakın bir gelecekte ABD politikalarının da bir uzantısı olarak Avrupa'daki online platformları işgal edebileceğini, Avrupa Dijital Ortak Pazar projesinin bu duruma karşı önlem alınması anlamında hayati önemde olduğunu" ifade etti.

Komisyonun bu görüşlerine karşılık yapımcılar da karşı yönde seslerini yükselttiler.

Yapımcılar bölgesellik (territoriality) prensibinin filmlerin finansmanı açısından hayati önemde olduğunu, bunu yok edecek her türlü yasal düzenlemenin film üretimine ciddi şekilde zarar vereceğini belirttiler. 

Yapımcılar ne demek istiyorlar, biraz daha ayrıntılı açıklayalım:

Halen Avrupa'da filmlerin bütçeleri %35-%67 arasında değişen oranlarda ön satış yapılarak finanse edilebiliyor.

Diğer bir deyişle, filmlerin yapımı sırasında dağıtımcılardan çekimlerde kullanılmak üzere alınan minimum garantiler karşılığında ülke bazında gösterim hakları satılıyor (ön satış).

Bu minimum garantiler kamu fonlarından farklı olarak direkt piyasadan alındığından ve harcama ile ilgili sınırlandırma taşımadığından yapımcılar için esnek ve değerli bir finansman kalemi.

Yapımcılar Dijital Ortak Pazar düzenlemesinin işte bu pre-finansman mekanizmasını ortadan kaldıracağını iddia ediyorlar.

Zira mevcut modelde bir filmin belirli bir ülkede ne zaman ve ne şekilde dağıtıma gireceğini filmin o ülke haklarını yapım sırasında satın almış dağıtımcılar belirliyor.

Dolayısıyla bir film market koşullarına bağlı olarak ve farklı dağıtım stratejileri sebebiyle Almanya'da Eylül ayında, Fransa'da Ocak ayında,Belçika'da Nisan ayında vizyona girebiliyor.

Ortak Pazar uygulaması ise bu bölgesel farklılaştırmayı ortadan kaldırıp herkesin aynı anda içeriğe erişebilmesine yönelik olduğundan bu finansman kalemini bir şekilde kullanılamaz hale getirebilir.

Öte yandan EPC (Avrupa Yapımcılar Kulübü) üyesi bazı yapımcılar ise ön satış imkanlarının zaten önde gelen auteur yönetmenler dışında pratikte mevcut olmadığını, dolayısıyla izleyiciyi arttırıp filmlerin birçok bölgede gösterilmesini sağlayan bu düzenlemenin "tartışılabileceğini" ifade ediyorlar.

Türkiye'de sinema sektörü bu tartışmaların neresinde?

Ülkemizde üretilen filmlerin %90'ından fazlası zaten sadece yerli finansman modelleriyle üretilmekte. Uluslararası ortak yapım gerçekleştirebilen bir avuç yapımcımızın ise ülke bazında ön satış yapabildiğini söyleyemeyiz.


Dolayısıyla bizde şu anda "filmlerimizi nasıl daha fazla  seyrettiririz" perspektifi daha fazla ağırlık kazanıyor.

Uzatma Dakikaları olarak filmin 'yapıldığını' varsayarak bölgesel sınırlandırma olsun mu olmasın mı tartışması yapmayı mantık olarak sorunlu görüyoruz. GeoBlocking'in kalkabilmesi için online platformların film finansmanına daha ciddi katkı yapabilecek bir büyüklüğe ulaşmaları gerekiyor.

Ve şu anda bunun için biraz da süreye ihtiyaç var gibi.









26 Mayıs 2015 Salı

İnsan sormadan edemiyor



Bakanlıktan yapım desteği alan yapımcıların Evliya Çelebi misali kapı kapı dolaşması gerekiyor.

Bunları listelediğimizde önce pes dedirten, sonra da tuhaflığıyla insana tebessüm  ettirecek komiklikte bir liste çıkıyor ortaya:

Kapı 1: Noter
Oyuncu sözleşmeleri, eser sahipleri ile sözleşmeler ve diğer bazı evrakları onaylatmak veya vekalet vermek için.

Kapı 2: PTT
Sözleşme aşamasında talep edilen Kayıtlı eposta (KEP) alabilmek için.

Kapı 3: Defterdarlık
"Gayrımenkulüme geçer hükmüm" diyerek destek teminatı olarak ipotek verebilmek için.

Kapı 4: Vergi dairesi
Destek sözleşmesine ait damga vergisini yatırmak için.

Kapı 5: Konsolosluk
Bu da en yeni kapılardan biri. Uluslararası Ortak Yapım sözleşmelerinin onaylatılması için.

Elbette burada değinmediğimiz kefil bulma çilesi, yeminli mali müşavir raporu, fiş fatura derdi vb. aşamalar da var ayrıca.

Peki niçin böyle?

Yani niçin her filmimize dünya kadar noter masrafı ödüyoruz? 

Kep uygulaması hiçbir sektörde kullanılmaya başlamamışken niçin film yapımcıları postane postane dolaşıyor?

Niçin dünya üzerinde sadece bizim yapımcılarımız kefil arıyor, evini barkını ipotek ettiriyor?

Bireysel banka kredilerinde bile damga vergisi muafiyeti varken film sözleşmelerinden niçin bu tutar talep ediliyor?

Konsolosluk talebi ise o kadar saçma ki söyleyecek şey bulamıyoruz...

Bakanlık bu taleplerine gerekçe olarak kanun veya yönetmeliği değil, Sayıştay denetimini öne sürüyor...

Sinema sektörü sadece Türkiye'de mi Sayıştay denetimine tabi? Fransa, Almanya, Belçika'da bu denetimler yok mu?

Bu anlamda endüstrimiz tabiri caizse "5 boy geriden geliyor".

Niçin uluslararası başarılı modelleri inceleyip, anlamaya çalışıp adapte edemiyoruz?

Tüm ulusal kurumlarımızın uluslararası sinema endüstrisinin nasıl çalıştığını öğrenmesi, mantığını anlaması ve ona adapte olmaya çalışması gerekiyor.

Bunun yerine kendi bürokratik işleyişini sinemaya empoze etmeye çalışmak akıntıya karşı kürek çekmekten başka bir şey değil.

Ve maalesef biz bu soruları sorup düşünüp tartışırken sürüklenmeye devam ediyoruz...


28 Şubat 2015 Cumartesi

Sinema endüstrimizin model sorunu



Dünyanın önde gelen film endüstrilerine bakıldığında iki ana ekolün varlığından bahsedebiliriz:

- Kıta Avrupası modelinde devlet sosyal ve kültürel boyutlarını da göz önünde bulundurarak sinema alanında filmlerin üretim, dağıtım ve gösterimini aktif biçimde desteklerken,

- Anglo Sakson modeli ise doğrudan devlet desteklerinin olmadığı, devletin daha çok pazarı düzenleyen konumuda olduğu  ve sinema finansmanının  daha çok vergi mekanizmaları ve özel teşebbüs yatırımlarıyla gerçekleştiği bir
modeldir.

Türkiye'de uzun süredir sinema sektörünü meşgul eden tartışmaların temel sebeplerinden biri bizim bu modellerin herhangi birinde karar kılıp buna yönelik düzenlemeleri yapmamak.

Avrupa Birliği adaylık sürecinde olmamıza rağmen sinema yasasından ses yok, telif kanunu ise başka bahara kaldı. Avrupa'daki ülkelere kıyasla devlet destekleri çok yetersiz ve üstelik mevcut sınırlı desteklerin uygulanmasında bile bürokratik gariplikler yaşanıyor.  

Desteklerin yaklaşık %99'u sadece devlet kaynaklı ve televizyon başta olmak üzere başka mecraların katılımı yok denecek seviyede. 

Finansman kaynaklarının yetersizliği ve yasal düzenlemelerin olmaması sebebiyle ortak yapımların sayısı bir elin parmaklarını bulmuyor.

Bu pencereden baktığımızda 2004 yılından beri süren devlet desteklerinin varlığı Avrupa modeli'ni çağrıştırsa da pekçok eksiklik ve bunun yarattığı sorunlar var.

Bir taraftan da "ticari film yapılsın, seyircisiz filmlere devlet desteği verilmesin,
büyük platolar kuralım, Amerikan stüdyo yapımlarını getirelim" diyen bir grup var.

Ancak sinemanın ticari yönleriyle ele alınması ve yabancı yatırımlarla ivmelenmesi gerektiğini düşünenlerin de gözardı edemeyeceği arızalar mevcut. Ekonomisinin %50'si kayıt dışı olan, rekabet ile ilgili düzenlemelerde sınıfta kalan ve vergi konusunda kronik  bozukluklar olan bir ülkede AngloSakson patentli bir sinema modeli uygulamak nasıl mümkün olabilir?

Elbette bahsettiğimiz her iki modelde de mesleki örgütlenmelerinin ileri düzeyde olduğunu, sistemin şeffaflık üzerine kurulduğunu da ayrıca belirtelim.

Yeni sinema yasası taslağında da ne yazık ki bu model konusunda bir kafa karışıklığı varlığını sürdürüyor. 

Mevcut yasada genel ifadeler içeren "Amaçlar" bölümü olsa da desteklerin doğru kullanılıp kullanılmadığıyla anlamamıza yarayacak, genel müdürlüğün ve destekleme kurullarının performanslarını ölçecek kriterler yok. 

Uzatma Dakikaları olarak önerimiz sinema yasasında bir HEDEFLER başlığının olmasıdır. 

Sinemamızın somut hedeflerini belirleyebilirsek işin sadece evrak ve muhasebe kısımlarına sıkışıp kalmaz, geleceğe dair bir vizyon oluşturup planlama yapabiliriz.

Böylelikle "niçin?" ile başlayan sorular yerine artık biraz daha "nasıl?" içeren sorular sormak mümkün olur.