7 Nisan 2016 Perşembe

Karşı Ateşler



Neo liberal politika ve inanışa karşı direnişin devlet geleneklerinin en güçlü olduğu ülkelerde daha güçlü olduğu görülür. Bu da devletin iki biçimde varolmasıyla açıklanır:

nesnel gerçeklikte yönetmelikler, bürolar bakanlıklar vb kurumlar bütünü biçiminde,
ve aynı zamanda da kafalarda.

Örneğin Fransız bürokrasisinin konut finansmanı reformu sırasında, sosyal bakanlıklar, mali bakanlıklara karşı sosyal konut politikasını savunmak için savaştılar. Bu devlet memurlarının bakanlıklarını, konumlarını savunmakta çıkarları vardı, ama aynı zamanda buna ''inanıyorlardı''
Tüm ülkelerde devlet bir bakıma toplumsal kazanımlar gerçekliğindeki ''iz'' dir. Ve devlet toplumsal kazanımlara bağlı bağlılık biçiminde (''bu benim hakkım, bu bana yapılamaz'') toplumsal kazanımlara bağlılık biçiminde çalışanların kafasında varolur.
Pierre Bourdieu (Karşı Ateşler - YKY - 2006)

2016'nın ilk yazısında Bourdieu'nün bu saptamaları üzerinden birşeyler yazayım istedim. Çünkü son birkaç yıldır sinema endüstrisinde tam da bu anlatılanların benzeri bir durumu yaşıyoruz. Devletin kültür politikalarını yürüten yapıların neredeyse tamamen mali bürokrasinin yorum ve güdümüne girdiğini, sektörün de bu iklimde boğulduğunu hep birlikte görüyoruz.     

Bu iklimde sinemadan sorumlu birimlerin:
 - sinema seyircisini arttıracak politikalar geliştirmek,

- film projelerinin geliştirilmesi, yapımı ve dağıtımı konusunda teşvikler oluşturmak,

- ortak yapımların artmasını sağlamak,

- sinema salonlarının sayısının artması, ülke çapında yayılması ve yenilenmesi ile ilgili çalışmalar yapmak
gibi normalde bir sinema kurumundan beklenen faaliyetler yürütmek yerine;


- desteklenen filmlerin gişede yeterince seyirci toplayamamasından şikayet ettiğini,

- fiş, fatura, yeminli mali müşavir raporlarının incelenmesiyle tüm zaman ve enerjisini tüketiğini,

- vizyona girmekte gecikmeler yaşayan filmlerin yapımcılarından destek tutarlarının iade etmesini talep etmeye başladığını,

- ve hatta bizzat ticari gişe filmlerinin yapımını üstlendiğini görüyoruz.


Sorun bu perspektifin kültürel bürokrasinin değil, mali bürokrasinin bakış açısı olması. Böyle bir ortamda ise sinema bürokrasisinin buharlaştığını, sinemacıların mali bürokrasinin teknik ve sığ yorumuyla yüz yüze bırakıldığını görüyoruz.

Bu sıkışmanın aşılabilmesi için sinema bürokrasinin sıkıcı ''catenaccio'' dan vazgeçip biraz daha topla çıkması ve galibiyete inanması gerekiyor diye düşünüyoruz.